Sayı : 495   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Hususi Fikirler

Mustafa Çelik

İktisat; Cimrilik ve İsraftan Kurtulmaktır

  • 08 Temmuz 2020
  • 1185 Görüntülenme
  • 451. Sayı / 2020 Temmuz
Yazıyı Dinle
0:00
0:00
Yazarın Diğer Yazıları
Mustafa Çelik
Tüm Yazı Arşivi



Kur'an'ın riayet etmemizi bizden istediği iktisadî prensipler, hayatın dengesi ifade ederler. Kur’an’ın iktisat alanlarıyla ilişkili olması, İslâm’ın manevi kurtuluş için dünya ile ahireti bütünleştiren tabiatının tabii bir sonucudur. İslâm, insan hayatının bütün yönleriyle ilgilidir. Kur’an da sırf dünyayı veya sırf ahireti konu edinen bir kitap değil, her ikisini de birleştirilip, birbirinin devamını kılan bir kitaptır.

 

Kur'an'a göre helal ve haram hudutlarına riayet ederek iktisatta bulunmak, cihad gibi bir ibadettir. Kur’an, diğer bütün toplumsal alanlara meşruiyet sınırı getirdiği gibi, iktisat alanına da meşruiyet sınırı getirmektedir. Bu da insana, hem üretim-tüketim, alışveriş ve paylaşım gibi temel faaliyetleri, hem de bunlara bağlı diğer iktisadi faaliyetleri meşruiyet sınırı içerisinde yapması sorumluluğu yüklemektedir.

 

 

İslâm, Allah’ın âlemlere rahmet olarak gönderdiği Rasûlüllah (sav)’in bizlere getirdiği, tebilğ edip tatbik ettiği, temsil ettiği itikadî ve ameli nizamın adıdır.Rasûlüllah (sav)’in zamanında temelleri atılan Tefsir, Hadis ve Fıkıh gibi İslâmî ilimlerin ortaya çıkışı ise Kur’an’ı daha iyi anlama, İslâm’ın hükümlerini/Şeriatını daha iyi tatbik etme ve yayma adına ihtiyaca göre bir seyir takip etmiştir. İslam’ın asli hedefi Allah-û Teâlâ’yı bilmek, tanımak, O’na ibadet etmek, O’nun istediği şekilde bir hayat yaşayarak ahireti/bundan sonraki yaşamı kazanabilmektir. Günümüze kadar gelen İslâm birikimi son yüz yılda bir inkıtaya/kesintiye uğramış olsa da bugün İ’la-yı Kelimetullah/Allah kelamının, İslâmiyet’in yaygınlaştırılması görevini devam ettirmektedir.

İslâmî ilimler arasında yerini alan iktisada gelecek olursak, insan dünyaya gelişinden itibaren iktisadî meselelere muhatap olmuş, alış veriş, üretim ve ticaret gibi insanlığın zaruri işleri ile meşgul olmuştur. Hz. Âdem (as) ile birlikte inen sahifeler ve semavi kitaplarda toplum hayatını düzenleyici hükümler arasında iktisadî unsurlar ola gelmiştir. Eski Yunan’dan itibaren iktisadî meseleler felsefe kitapları içerisinde yer almıştır. Bugün ekonomi dediğimiz kavram da Yunan geleneğine ait oiko-nomos (ev idaresi) kavramına dayanmaktadır. Bugün ise geleneksel iktisat disiplini/bilimi Batı eksenli gelişmiş ve son 3-4 yüzyıldır farklı evrelerden geçmiştir. İlk başlarda politik ekonomi (ing.PoliticalEconomy, fr.EconomiePolitique) olarak ele alınmış daha sonra sadece ekonomi olarak ele alınmaya başlamıştır. Dolayısıyla felsefe kaynaklı değil, vahiy kaynaklı olacaksak ekonomi değil hep iktisat diyeceğiz. Batı’da ekonomi ilmi doğuncaya kadar iktisat kelimesi, insanın davranış biçimlerinden iktisadi faaliyetlerine, genel dini yaşayışından iman konularına varıncaya kadar her hususta mutedil olmasını, israf ile taksir arasında ifrat ve tefritten uzak orta yolu takip etmesini kapsayacak kadar geniş bir yelpazede sözlük anlamıyla kullanılmış, günümüzdeki anlamıyla teknik bir terim olarak kullanılmamıştır.” (Nezih Hammâd, İktisadî Fıkıh Terimleri, çev. Recep Ulusoy, Sh: 160-161, İst/ İz Yay., 1996) İktisat kelimesinin kadim anlamını İbn Kayyim (ö. 751/1350) gayet güzel özetlemiştir: “Onun verdiği bilgilere göre iktisat, cimriliğin zıt anlamlısıdır, iki güzel huy olan adalet ve hikmetten doğar. Kişi, adaletle, hiç harcamama (men’) ile savurganlık hususlarında itidali yakalar; hikmetle de bunların her birini uygun konumuna yerleştirir. Böylece, bu iki kötü huy arasında orta bir yol olan iktisat ortaya çıkar.” (İbnKayyimi’l-cevziyye, er-Rûh, Sh: 237, (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1395/1975) “Batı’da ekonomi ilmi doğduktan sonra, harcamalarda ve mali işlerde mutedil bir yol izlemeyi ifade etmesi sebebiyle iktisat kelimesi, “ekonomi” kavramının karşılığı olarak kullanılmış ve kavramlaşmıştır.” (Abdulaziz Fehmi Heykel, Mevsûatu’l-mustalahâti’l-iktisâdiyyeve’l-ihsâiyye, (Beyrut: Dâru’n-nehdati’l-Arabiyye, 1406/1986), ss. 266-67; Muhammed Umâra, Kâmûsu’lmustalahâti’l-iktisâdiyyefi’l-hadârati’l-İslâmiyye, Sh: 59, (Beyrut/ Kahire: Dâru’ş-şurûk, 1413/1993) İslâm, ahiret merkezli bir dünya dini olması münasebetiyle en ümitsiz anlarda bile bireyin moralini yükseltir; ahlâkını güzelleştirir; toplumun örf, adet ve geleneklerine kaynaklık eder; sosyal hayatın barış ve huzur içinde yaşanmasını sağlayan temel ilkeler koyar. Bu özellikleriyle İslâm, insanın iktisadi karar ve tercihlerini yöneten, yönlendiren ve denetleyen Rabbanî mekanizmanın adıdır.

“Salâhiyetleri (devlet başkanı, başbakan, vs.)ne olursa olsun hiçbir kimsenin "helal" ve "haram" hudutlarını tayin etme hakkı yoktur. Rasûl-i Ekrem (sav)'in "helâl" ve "haram" hususundaki hadisi şerifleri, Allah-u Teâlâ (cc)'nın iradesini ve hükmünü açıklamaktan ibarettir. Nitekim "Ve o, kendi hevâ ve hevesinden söz söylemez” (Necm, 53/3) ayet-i kerimesindeki mahiyet budur. İslâm uleması, mütevatir sünnetin inkârının insanı küfre sürükleyeceği hususunda müttefiktirler.” (Molla Hüsrev, Mir'at el-Usûl fi Şerhi Mirkat el Vüsûl, İst:1307. C: 2, Sh: 8 vd.)

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

451. Sayı Temmuz 2020