Sayı : 495   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Başyazı

Abdullah Büyük

Men Rabbüke, Mü'min Kulun Ruhu Toprakla Buluşunca

  • 02 Nisan 2021
  • 1276 Görüntülenme
  • 460. Sayı / 2021 Nisan
Yazıyı Dinle
0:00
0:00
Yazarın Diğer Yazıları
Abdullah Büyük
Tüm Yazı Arşivi



müslüman şu dünyada hangi sisteme, hangi nizama göre hayat sürmüşse önce o nizamın boyasıyla boyanacaktır. insan hangi prensiplere, hangi kurallara göre hayatını tanzim etmişse, hangi sistemin emirleri doğrultusunda yaşamışsa o kurallar ve sistemler bütünü mutlaka onun şeklini değiştirecektir. hıristiyanlık dinini benimseyen hıristiyanlık suretine, yahudilik dinini benimseyen yahudi suretine bürünecek; cenab-ı allah onları mensup oldukları sistemin şekliyle boyayacaktır.

 

 

çünkü allah’ın boyasıyla boyanan mümin her ortamda ahvaliyle benim rabbim allah, benim peygamberim hz. muhammed (sav), benim dinim islam diye adeta haykırmaktadır. önce dışımızdaki sahte boyalardan kurtulmalı sonra muhammedî fırça ile allah’ın boyasını kalplerimize astar diye çekmeli, kendi özümüzde taşıdığımız hakiki kimliği görünür hale getirmeli ve sonra da “…yüzlerinde secde izi görünmektedir…” (fetih, 48/29) ayet-i kerimesinin tecellisine muhatap olabilmek, yüzlerinde namazlarından, zikirlerinden, ibadetlerinden; islamlarından ve imanlarından izler, nurlar taşıyan, batınında da zahirinde de iman nuruyla damgalanmış müminler zümresine dâhil olmak için çalışmalıyız.

 

 

Ruhunu teslim ettikten sonra vazifeli melekler tarafından semaya çıkarılan, ardından da kıyamete kadar durağı olacak kabre geri getirilen müminin artık kabir hayatı başlamıştır. Sevdikleri onu toprağa emanet edip birer birer yalnız bırakmışlardır. Artık o kabirde ve yalnız… Ama onun imanından, takvasından haberdar olan toprak, tıpkı merhametli bir annenin kucaklaması gibi şefkatle onu bağrına basacaktır. Peygamberimiz bu hususta şöyle buyurmuştur: “…Kabir sıkması da mümine, şefkatli bir ananın yavrusunun başını okşaması gibidir…” (BeyhakÎ İsbatu Azabul Kabr. 39 a; Suyuti, Ş. Sudur, v. 47 a;Suyuti, B. El-Keîb, v. 145 a.) Zira o mümin hayattayken o toprağın üzerinde namaz kılmış, onun üzerine oturup zikretmiş, onun üzerinde attığı adımları hep Hakk’a yöneltmişti. Kendisinden yaratıldığı toprağın şefkatli bağrına geri dönen cenaze bu esnada hâkim olan bu lahuti hava nedeniyle ve bir lûtf-u ilahi olarak baygınlık haline girer. Bir müddet sonra ayakucunda parıldayarak kendisini uyandıran ve kendisine doğru yaklaşan bir ışık huzmesine dikkat kesilir. Yaklaştıkça büyür ve nuru artar; yanına geldiğinde ise genç bir delikanlı suretinde ona görünür. Yanına yaklaşır ve sorar: “Tanıdın mı beni, hatırladın mı?” Daha önce böyle bir ışık görmemiş olan mümin kul şaşkındır. Bunun üzerine ona “Ben senin dünyadayken hiç bırakmadığın namazlarınım. Senin beni bırakmadığın gibi ben de bu karanlıkta seni yalnız bırakmayacağım” diyecek ve bu dünyadaki namazları, bu dünyanın şartlarıyla mukayyet olmayan, bu dünyada görünmeyen her şeyin görünebileceği bir âleme göç ettiğinden ona bir yoldaş suretinde görünecektir. “Mümin kabirden dışarı çıkınca ameli güzel bir şekilde karşısında tecessüm eder. Mümin ona şöyle der: Sen kimsin? Allah’a yemin olsun ki seni güzel ve doğru bir şahıs olarak görüyorum. O şöyle der: Ben senin amelinim. Daha sonra onun için bir nur ve cennete doğru kılavuz olur. Kâfir ise mezarından dışarı çıkınca amelleri kötü bir surette ve kötü bir müjde halinde tecessüm eder. Adam şöyle der: Sen kimsin? Allah’a yemin olsun ki seni kötü bir şahıs olarak görüyorum. O şöyle der: Ben senin amelinim. Sonra onu götürür ve ateşe atar.” (Kenz’ul Ummal, h.no: 38963.) Bu satırları birer hayal olarak değil, hakiki müminlerin yaşayacakları hakiki manzaralar olduğuna inanarak okumalısınız. Öyle ki, kıldığınız bir vakti geçirmektense ateşlere atılmayı yeğlediğiniz, gözünüz gibi koruduğunuz o namazlarınızın ahirette surete bürünüp, size yardıma geleceğine iman etmelisiniz. Hem yalnızca bu değil, samimiyet ve ihlâsla yaptığınız tüm ibadetleriniz, anne babaya iyilikten, eşe itaate, çocukların terbiyesine ehemmiyete kadar Allah rızasını gözeterek yaptığınız tüm hasenat Allah’ın izniyle kabirde sizi yalnız bırakmayacaktır. Bakınız Efendimiz (sav) bu hakikati şu hadis-i şerifiyle gözler önüne sermektedir:

“Mümin ölüp de kabre gömülünce namaz onun başucunda, sadakaları sağ yanında, oruçları da kabrinin üzerindedir.” (Ramuz, hadis no:63)

İbadetler, kendisine yârenlik ettiği bu anlarda kişinin ayakucundan iki görevli meleğin sorgu için geldiğini gördüklerinde onu yalnız bırakırlar. Melekler ise kendisini oturttuktan sonra görevlerini icra etmeye ve kula sormaları gereken soruları yöneltmeye başlarlar. Muhtemelen bugüne kadar pek çoğumuz bu meleklerin soracağı soruların ilkinin “Rabbin kim?” sorusu olduğunu duymuşuzdur. Cevabında Rabbinin Allah olduğunu söyleyenlerinse kurtulduğunu öğrenmişizdir. Maalesef ki küçük çocukların bile bildiği bu konuda büyüklerimiz akıl yormamış, hikmetini, sebebini ve arka bahçesini düşünme ihtiyacı hissetmemiştir. Şimdi başımızı ellerimizin arasına alıp bir düşünelim; yeni doğmuş bir bebeği ziyarete gittiğimizde Allah hayırlı ömür versin diyoruz. Bir düğüne ziyarete gittiğimizde Allah mutlu etsin, çalışan birini gördüğümüzde Allah kolaylık versin, taziyeye gittiğimizde Allah sabır versin, namaz kılan birine Allah kabul etsin, hasta ziyaretinde Allah şifalar versin diyerek dua ediyoruz. Veya yalnız kalıp elimizi açtığımız vakit her ne istersek isteyelim hem de kendimize nispet ederek “Allah’ım!” diyerek söze başlıyoruz. Hülasa, Allah lafzını adeta bir refleks gibi söylüyor, hayatımızın birçok anında dilimizden eksik etmiyorken, pek çok zaman Allah’ı hatırlıyor ve anıyorken meleklerin bize “Rabbin kim?” diye sual etmesinin üstelik bizim de bu kadar çok Allah’ı anmamıza rağmen bu soruya cevap veremeyeceğimizden çekinmemizin bir hikmeti ve sırrı olmalı değil midir? O halde gelin bu sırrın kapısını birlikte aralayalım ve bu işin hikmetini sorgulayalım.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

460. Sayı Nisan 2021