Sayı : 496   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Başyazı

Abdullah Büyük

Biri Geçmiş, Biri Gelecek İki Mühim Sual

  • 06 Mayıs 2021
  • 947 Görüntülenme
  • 461. Sayı / 2021 Mayıs



Değerli kardeşlerim! Buraya çok dikkat ediniz, zira daha yokluğunuz dahi yokken; değil anne babanız, yedi ceddiniz, mensubu olduğunuz insan türünün hiçbir üyesi vücut bulmamışken; Rabbimiz ruhunuzu var etmiş, onunla sağlam bir anlaşma yapmış ve sizden de bu anlaşmaya uyacağınıza dair bir ahd-i misak almıştır. Bu dünyaya gönderilmeniz, asırlar önce verdiğiniz bu söz çerçevesinde vuku bulmuştur.

 

Bugün modern çağın Müslümanlarının İslam nizamını kendi hayatlarına çare olarak görmeyişlerinin temel sebebi, bu düzen ve sistem için, dinlerinin ayakta durması için hiçbir zorluk çekmemiş, mahrumiyet tatmamış ve tüm bu kolaylıkları önlerinde hazır olarak bulmuş olmalarıdır. Bu büyük nimetin, İslamiyet’in elde edilmesinde hiçbir külfet çekmedikleri için, onu muhafaza etmek için de hiçbir gayret göstermemektedirler.

 

İfade etmemiz gerekir ki ele aldığımız, hikmetini öğrenmeye çalıştığımız mevzular ne ifade edilmesi ne de anlaşılması kolay olan mevzulardır. Bizim bu konuları ele alırken temel hedefimiz yanlış anlaşılmalara mahal vermeden, akıllarda zaten muğlâk olan bu mevzulara karşı daha büyük istifhamlar oluşturmadan izahat verebilmektir. Bu hususta sizlere düşen de bu hassasiyetle mevzuları idrak etmeye çalışmaktır.

“Rabbin kim?” sualini şuan sizlere, bir şahsa veya bir topluluğa yöneltsem “Rabbim, Rabbimiz Allah’tır.” şeklinde bir cevap alacağım su götürmez ve elbette bizleri memnun eden ve şükrü de icap eden bir hakikattir. Hâlihazırda böyle bir soru karşısında en ufak bir tereddüt yaşamaz, başka bir cevap ihtimalini akıllarımızın ucundan dahi geçirmezken kabirde bize sorulacak olan aynı sorunun cevabı hususunda neden endişe ediyor/etmemiz gerektiğini söylüyoruz?

Bu sorunun cevabını verebilmek için bundan hayli zaman önce bedenini dünya hayatında yaratacağı tüm ruhları yaratan Rabbimizin onlara yönelttiği bir başka suali hatırlamamız gerecektir. Zira kabirde sorulacak “Rabbin kim?” sorusunun bezm-i elestte sorulan “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuyla direk irtibatlı olduğunu söylersek hata etmiş olmayız. Evet, henüz bedenlerimiz, hatta içinde nefes alıp verdiğimiz bu dünya yaratılmadan evvel yüce Allah ruhlarımızı yaratmış ve onlara “أَلَسْتَ بِرَبِّكُمْ“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (Araf, 7/172) sorusunu tevcih etmişti. Yeryüzünde ilk insandan kıyamete kadar gelmiş/gelecek bütün ruhlar muhatap oldukları bu soruya ise “Bilakis, Sen bizim Rabbimizsin.” (Araf, 7/172) diye cevap vermişlerdi. Bu cevabı kulundan alan Rabbimiz vakti gelince onun bedenini var etmiş, dünyada yaşar hale getirmiş; kendisine dünya hayatında tanınan müddet dolunca onun ruhunu kabzetmiş, ardından da kabir âleminde geçici olarak ruhu tekrar bedenin yanına göndermiş ve ona aynı soruyu sormuştur: “Rabbin kim?” Aynı meyandaki bu soruların hem ervah-ı ezelde hem de berzah âleminde tekrar tevcih edilmesinin hikmetini idrak etmek istersek, ruhlar âleminde muhatap olduğumuz “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sualinin arka bahçesini görmemiz icap etmektedir.

AHD-İ MÎSAK

Yüce Rabbimizin tüm kullarına sorduğu bu soru, aslında onlardan alınmış bir söz ve bir ahit mesabesindeydi. Şöyle ki Rabbimiz bu soru ile zımnen “Ey kullarım! Üzerinizde dilediğim gibi tasarruf edeceğime şehadet edecek misiniz?”, “Ey kullarım! Ruhlarınızın vereceği bu sözü tutup, bedenen sizi dünyada yaşattığımda üzerinizdeki tek tasarruf hakkının bana ait olduğuna tekrardan şahitlik edecek misiniz?”, “Yegâne malikiniz, tek mürebbiniz ve hâkiminizin ben olduğuma da şahitlik eder misiniz?”, “Yaşayışınız ve hayatınızı benim kanunlarıma göre tanzim edeceğinize de söz veriyor musunuz?”, “Doğumunuzdan ölümünüze kadar bana isyan etmeyeceğinize dair söz veriyor musunuz?”, “Nefsinize, şeytanlara, insan şeytanlarına baş eğmeyip yalnız bana itaat edeceğinize de söz veriyor musunuz?” manalarına işaret buyurmuş; kullarından da “Bilakis” cevabını yani aslında yalnız O’nu Rab tanıdıklarına ve tanıyacaklarına dair kuvvetli bir ahit/ahd-i mîsakı almıştır.

Değerli kardeşlerim! Buraya çok dikkat ediniz, zira daha yokluğunuz dahi yokken; değil anne babanız, yedi ceddiniz, mensubu olduğunuz insan türünün hiçbir üyesi vücut bulmamışken; Rabbimiz ruhunuzu var etmiş, onunla sağlam bir anlaşma yapmış ve sizden de bu anlaşmaya uyacağınıza dair bir ahd-i misak almıştır. Bu dünyaya gönderilmeniz, asırlar önce verdiğiniz bu söz çerçevesinde vuku bulmuştur. Şimdi düşünün, vicdanınızın sesine kulak kesilerek düşünün; Rabbine son nefesini verinceye kadar O’na asla isyan etmeyeceğine, tüm hayatını O’nun istediği gibi tanzim edeceğine dair ağır bir söz vermiş olan sizler, geçici bir süreliğine nefes alıp verdiğiniz şu dünyada bu sözünüze sadık kalıyor, hayatınızı bu söz ile bir uyum halinde sürdürebiliyor musunuz? Bu soru ziyadesiyle ehemmiyet arz etmekte, zira cevabınız evet olursa bu dünyadaki hayatınız bitip, kabirde Münker ve Nekir’le baş başa kaldığınızda muhatap olacağınız benzer bir soru olan “Rabbin kim?” sorusuna alnınız açık bir şekilde “Rabbim Allah’tır” diye haykırabilirsiniz. Fakat hayatınız bizzat sizi yaratan yüce Allah’a karşı verdiğiniz bu ahit doğrultusunda yaşanmıyor, sözünüz ile yaşantınız birbirine uymuyorsa sözünden caymış, vaadinden dönmüş, Allah’a verdiği ahde ihanet etmiş bir kul olarak, kabirde muhatap olacağınız “Rabbin kim?” suali karşısında mahcup olup, yüzünüzü eğmekten başka seçeneğiniz kalmamış demektir. O halde size tanınan mühlet henüz sona ermemişken verdiğiniz sözü tutunuz! Şeytana ve nefse hayır deyip, Allah ve Peygamber nizamını düstur edininiz! Zira bu yolda ya ölmek ya da olmak var, üçüncü bir seçenek yoktur!

Rabbimiz Yahudilik dinini göndermiş ona ait bir yol çizmiş, ardından Hıristiyanlık dinini göndermiş ve bu semavi dinlerin tahrif olmadan evvelki hakiki halleriyle onlara ait bir yol çizmiş ve onların ümmetlerini var etmiş. Bizleri ise bu dünyanın son zamanında var olan Hz. Muhammed (sav)’in ümmeti arasında yaratmayı takdir etmiş ve bizlere de tıpkı Hz. Âdem’e, Hz. Musa’ya, Hz. İsa’ya ve ümmetlerine bir yol çizdiği gibi İslam nizamını yol olarak çizmiştir. “Sonra (Ey Muhammed!) Sana da insanların uyacakları bir hayat sistemi (şeriat) verdik. O halde bu (yolu) izle ve (hakikati) bilmeyenlerin boş arzu ve heveslerine uyma!” (Casiye, 45/18) Ayet-i kerimesinde de ifade buyurduğu gibi başı, Hz. Muhammed (sav) ve tebliği ile başlayıp, sonu cennete varan müstakim yolun adına da şeriat demiş, bizi son Peygamber’e ümmet kılmış, isimlerimizi de Müslüman olarak belirlemiştir. Bilmeliyiz ki, eğer içinde bulunduğumuz bu yoldan zerrece kayacak, sağda solda bizi yanıltmak için bekleyen şeytanlara bir an olsun meyledecek olursak; kabirdeki “Rabbin kim?” sorusuna vereceğimiz cevap da tehlikeye girecektir. “Kim İslâm’dan başka yaşayacağı bir din, bir düzen, bir medeniyet ararsa, bilsin ki, Allah huzurunda kendisinden böyle bir din, böyle bir düzen asla kabul görmeyecek, ahirette, ebedî yurtta da zarara uğrayanlardan olacaktır.” (Al-i İmran, 3/85) Bu ayet-i kerimesinde de bu yolun ötesinde başka bir yol arayanların, başka bir sistem, başka bir hayat tarzını arzulayanların bu arayışlarının merdut olduğu, paçavra gibi mizan başında suratlarına fırlatılacağı gözler önüne serilmektedir. Zira bu yoldan başka bütün yollar muhakkak şeytanî düzen ve sistemlere açılmakta, sonu ise mutlaka cehennem çukuruna ulaştırmaktadır. O halde günahlarda haddi aşarak bu yolda hafif etrafa meyletmiş fakat asla başka yollara girmeye tenezzül etmemiş olan biz Müslümanlar; tövbe ve istiğfarları arttırarak, bu Muhammedî yolda sabitkadem olmak için çaba göstermeliyiz.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

461. Sayı Mayıs 2021