Ruh Ve Cesed , Osman Nuri Topbaş
Sayı : 497   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Ä°rfan Mektebi

Osman Nuri TopbaÅŸ

Ruh Ve Cesed

  • 31 Mart 2024
  • 270 Görüntülenme
  • 496. Sayı / 2024 Nisan



Her şeyin aslına rucû etme temayülü fıtrî olduğundan beden, topraktan hâsıl olan nimetlere mütemayildir. Bu temayül, nihayet onun toprağa kaybolmasıyla sükûnet bulur. Ruh ise ilâhî nefhadan vücuda geldiğinden onun meyli de ulvîlikleredir. Hayat da, her insanda ruh ve beden arasında ebedî bir cidale sahnedir. Ruhun asliyetinden doğan temayüllerle bedenin asliyetinden doğan temayüller arasındaki mücadelenin neticesi, bir insanın "aşağıların en aşağısı" ile "yücelerin en yücesi" arasındaki istikrar noktasını sağlar.

Mükerrem ve mükemmel yaratılan insan, diğer mahlûkattan farklı olarak iki ruhtan ibarettir. Biri, bütün mahlûkatta mevcut olan "can"dır ki, cesetle beraber son bulur. Diğeri ise:

"Ona ruhumdan üfürdüğüm." (Hicr, 15/29) ayet-i kerimesinde beyan buyurulduğu vechile Cenab-ı Hakk'dan gönderilen keyfiyetli ruhtur ki, cesede, ana karnındaki gelişmesinin belli bir safhasında dâhil edilir. Bu ruhun bir adı da "ruh-i sultani"dir. Cesedin aslı ise topraktandır.

Her şeyin aslına rucû etme temayülü fıtrî olduğundan beden, topraktan hâsıl olan nimetlere mütemayildir. Bu temayül, nihayet onun toprağa kaybolmasıyla sükûnet bulur. Ruh ise ilâhî nefhadan vücuda geldiğinden onun meyli de ulvîlikleredir. Hayat da, her insanda ruh ve beden arasında ebedî bir cidale sahnedir. Ruhun asliyetinden doğan temayüllerle bedenin asliyetinden doğan temayüller arasındaki mücadelenin neticesi, bir insanın "aşağıların en aşağısı" ile "yücelerin en yücesi" arasındaki istikrar noktasını sağlar.

Aşağıdaki hikâyede Hazret-i Mevlânâ, insan bedenindeki ruh ve nefis olarak bu iki zıddıyetin birbirlerine tahakküm mücadelesini, kavgasını ve yekdiğerini tesir altına alabilme gayretlerini temsili bir hikâye ile şöyle sergiler:

"Her bakımdan saltanat sahibi bir padişah vardı. Bir gün saray erkânından yakınlarıyla birlikte ava çıkmıştı. Yolda giderken güzel bir cariyeye rastladı. Cariye o kadar güzeldi ki, padişahı can evinden yaraladı ve bir anda kendisine râm etti. Ava giderken avlanmış bulunan padişah, içine düştüğü sevda ateşinden biraz olsun serinleyebilmek için büyük meblağlar vererek cariyeyi satın aldı. Zira bir kuş kafeste nasıl çırpınırsa, padişahın da canı beden kafesinde öylece çırpınmaya başlamıştı. Şimdi ise, cariyeyi satın alıp arzusuna kavuştuğu için kendine göre saadeti bulduğunu zannediyordu. Ancak onun bu süruru uzun sürmedi. Cariye, müthiş bir hastalığa yakalandı ve gün geçtikçe mum misali erimeye başladı. Kurumuş ve sararmış bir sonbahar yaprağına döndü. An geldi yataktan kalkamaz oldu. Çaresiz ve dertli padişah, ne kadar mâhir ve meşhûr hekim varsa, hepsini topladı ve onlara:

-Benim de, cariyemin de hayatı sizin elinizdedir, diyerek bu derde devâ bulmaları için türlü diller döktü.

Makamının hususiyetini dikkate almadan acziyyet içinde yalvardı.

Hekimler de, maÄŸduriyetle:

-Sultanım! Her birimiz tabâbette zamanın Îsâ'sıyız! Bil ki elimizde devası olmayan bir dert yoktur! dediler.

"İnşâallâh" demediler. Ancak bu benlikleri kendilerini rezil ve rüsvây eyledi. Zira yaptıkları ilaçların faydası şöyle dursun, cariyenin hastalığını bir kat daha artırdı. Zavallı cariye kıl gibi zayıfladıkça zayıfladı, tamamen bitap düştü.

Bunu gören padişah, üzüntüye boğuldu. Çöl gibi kavrulan bağrından çıkan feryâd ü figânları, boğazını düğüm düğüm eyledi.

Bütün dünyevî hekimlerin aczi üzerine nihayet padişahın aklı başına geldi ve mescide koşarak mihrabda secdelere kapandı. Gözyaşlarıyla yeri sırılsıklam ederek Rabbine ilticâ etti: Allah'ım! Sen kalplerdeki bütün istekleri bilirsin! Bir fânî cariyeye esir oldum. Ey dertlere hakiki derman olan! Beni kapından çevirme! diye yalvardı, yalvardı, yalvardı.

Padişahın bu deryalar gibi coşkun yalvarışı karşısında Allah'ın lütuf ve merhamet deryası da coşmaya başladı

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

496. Sayı Nisan 2024