Yüz Yıllık Dağılmışlığımız ve Vahdet, Ümmet, Hilafet Üçgeninde İslam Alemi , Mehmet Toker
Sayı : 497   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Umran

Mehmet Toker

Yüz Yıllık Dağılmışlığımız ve Vahdet, Ümmet, Hilafet Üçgeninde İslam Alemi

  • 01 Åžubat 2024
  • 613 Görüntülenme
  • 494. Sayı / 2024 Åžubat
Yazarın Diğer Yazıları
Mehmet Toker
Tüm Yazı Arşivi



Devlet-i Aliyye-i Osmaniye çok uluslu, çok dilli ve farklı din mensubu insanları çatıştırmadan aynı bayrak altında yaÅŸatan, aynı mozaiÄŸin renkleri olarak bir arada tutan, farklılıkları ayrılık deÄŸil zenginlik olarak yorumlayıp kendi hikâyesini kendisi yazan bir güçtü. Bu hikâyenin varlığından rahatsızlık duyan batıl(ı) güçler, mozaikteki her bir renk taÅŸa "O'nun diÄŸerlerinden farklı(üstün) olduÄŸu" fikrini empoze etti. Bu fikir coÄŸrafyalardan önce zihinlere sûni sınırlar çizdi.

 

 

Ümmet, coÄŸrafi sınırlarla sınırlandırılmış bir kavram deÄŸildir. Ümmetin vatanı, Müslümanların yaÅŸadığı yeryüzünün tamamıdır. Ümmetin ideali yeryüzündeki bütün insanları hayra, iyiliÄŸe, adalete davet etmektir. Ümmet, Müslümanların farklı vatanlarda, farklı siyasi oluÅŸumlar altında yaÅŸasalar dahi, ideal ve fikir birliÄŸidir. Ümmet son yüzyılda dünyayı iki büyük savaÅŸa sürükleyen ve 1945'ten günümüze gelinceye kadar da pek çok milletin sömürülmesine, ezilmesine, yaÄŸmalanmasına sebep olan ulusçuluk/ırkçılık kavramlarının karşısındaki panzehirdir.

 

 

  1. yıllarda dünya üzerinde birkaç büyük güç vardı. Bunların birincisi Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu, diÄŸerleri Rusya ve Çin. KeÅŸiflerden sonra sömürgecilik ve yaÄŸmacılıkla ekonomik ve coÄŸrafî olarak güçlenen Ä°ngiltere, Hollanda, Belçika, Fransa, Ä°spanya gibi krallıkla yönetilen ülkeler de sömürgecilikten kendilerine zenginlik ve güç devÅŸirmeye çalışıyorlardı.

Osmanlı Ä°mparatorluÄŸu denildiÄŸinde; sadece hâkim olmuÅŸ olduÄŸu Balkanlar, Anadolu, Ä°ngilizlerin tanımlaması ile bugünkü OrtadoÄŸu, Arabistan, Kuzey Afrika ve Kızıldeniz'in batısından Afrika boynuzuna kadar ulaÅŸan egemenliÄŸi içerisindeki topraklara hâkim bir güç deÄŸil; uhdesinde bulundurduÄŸu "halifelik" makamının da belirleyiciliÄŸi ile dünya üzerindeki bütün Müslüman toplulukları sevk ve idare eden, onların üzerinde hamilik statüsü olan bir güç anlaşılıyordu.

Avrupalı sömürgeci devletlerin yeni keÅŸfetmiÅŸ olduÄŸu Kuzey ve Güney Amerika'da, Afrika'nın batı kıyılarında ve Afrika içlerinde, Hindistan ve alt kıtasındaki toprakları ve zenginlikleri yaÄŸmalamaları, buraların zenginliÄŸini talan edip Avrupa'ya taşımaları, kendilerinde ayrı bir özgüven meydana getirmiÅŸti. Yüzyıllarca Avrupa Kıtası'nda birbirleri ile dalaÅŸan kuvvetler, ÅŸimdi yeni coÄŸrafyalarda, yeni topraklar, madenler ve güç bölgeleri için dalaşıyorlardı. Sömürgeciler Kuzey ve Güney Amerika topraklarında, kendilerine göre sorunsuzca ilerlerken, Batı Afrika kıyıları boyunca ve Afrika boynuzundan güneye doÄŸru uzanan coÄŸrafya boyunca, aynı ÅŸekilde Hindistan ve Hint alt kıtası diyebileceÄŸimiz adalarda hiç ummadıkları bir güç, siyasi bir otorite ile karşı karşıya geldiler. Fiilen ya da coÄŸrafi olarak buralarda olmayan Osmanlı, halifelik statüsü ile bu coÄŸrafyalardaki Müslümanlar üzerinde ağırlığını, siyasi otoritesini emperyalist sömürgecilere hissettiriyordu. Öyleyse bu verimli coÄŸrafyaların da sömürülebilmesi için, bu siyasi engelin, bu gücün bertaraf edilmesi gerekiyordu. Askeri olarak bu gücün bertaraf edilmesi, geçmiÅŸ dört yüz yıldaki tecrübeler ışığında pek mümkün deÄŸildi. Bu noktada 1789 Fransız ihtilalından sonra Avrupalı insanın zihninde ÅŸekillenen ve toplumda ciddi anlamda bir hastalık haline gelen, bir virüsün bu coÄŸrafyalara sokulması, önlerinde bulunan Osmanlı/Halife engelini aÅŸma konusunda onların elindeki en büyük güç olabilirdi.

Ä°ngiltere liderliÄŸindeki Avrupalı sömürgeci güçler bu tezi uygulamaya koydular. 1800'lü yılların ortasından itibaren Osmanlı coÄŸrafyasındaki ya da Osmanlı'nın himayesi içindeki coÄŸrafyalarda ırkçılık ve ırkçılık ekseninde devletleÅŸme virüsünü, saha ajanları (Mata Hari, Arminius Vambery, Gertrude Bell, Lawrence, vb) marifetiyle, bu bölgelerde yaymaya baÅŸladılar.

Bu uzun soluklu, sinsi çalışma 1900'lü yıllara gelindiÄŸinde artık ürünlerini vermeye baÅŸladı. Öncelikle Osmanlı'nın elindeki en büyük güç olan halifelik makamı ile dini olarak organik bağı olmayan, Balkan coÄŸrafyasında ki Bulgar, Yunan, Slav halklarına bu virüs enjekte edildi. Ä°stanbul'un dikkati, hâkimiyeti altında bulunan Balkanlar ve Karadeniz’in Kuzey kıyılarını kaybetmemeye yoÄŸunlaşınca; bu sefer Kızıldeniz'in doÄŸusu ve batısında ve bugünkü OrtadoÄŸu diye isimlendirilen bölgede aynı hızla çalışmalar devam etti. Müslümanların ırkları, milliyetleri vurgulanarak kendi milliyetleri çerçevesinde "küçük ama kendilerinin müstakil özel devletleri olması gerektiÄŸi" fikri aşılanıyordu. Bu fikri virüs o kadar hızla yayılıp, bünyeye o kadar hızlı bir ÅŸekilde sızdı ki; tabiri caizse neredeyse her kabile kendisinin de devlet olabileceÄŸi fikrine kapıldı. Ancak Ä°ngilizlerin, kendilerine baÄŸlı, sömürülmeye müsait bölgeler oluÅŸturmak, bu ÅŸekilde yeraltı ve yerüstü zenginlikleri sömürmek planı diÄŸer Avrupalı devletlerin de iÅŸtahını kabarttı. Neticede hepimizin malumu olan, I. Dünya savaşı diye adlandırılan, Avrupa'da baÅŸlayan savaşın, Osmanlı hâkimiyetindeki topraklarda vuku bulması akabinde Osmanlı'yı Siyasal alandan bertaraf ettiler. Osmanlı'nın dallarını budayıp sadece Anadolu ve Trakya'dan küçük bir toprak parçası bırakılmasıyla savaÅŸ sonuçlandı.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

494. Sayı Şubat 2024