Sayı : 495   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Başyazı

Abdullah Büyük

Müslümanlığımızı Güzelleştiren Bir Haslet : Cömertlik

  • 05 Aralık 2020
  • 1189 Görüntülenme
  • 456. Sayı / 2020 Aralık



O güzide nesil, kendilerine ait olan mal anlayışında bizlerden çok farklı düşünüyorlardı. Mal hususunda inançları şuydu: Mal, ölmeden evvel ahirete gönderdiğin şeydir. Ve bu mal cidden senindir. Allah yolunda harcamadığın mala gelince, o senin değil, senden sonrakilerin (varislerin)’dir. Malını ölmeden önce ahirete göndermeyenler geriye bıraktığı malın hesabını da vereceklerdir. Yani öldükten sonra varislerin eline geçecek olan malların hesabı.

 

 

Aslında insan dünyada hiçbir şeyin gerçek ve sürekli sahibi değildir. Ölünce serveti ve malı ondan ayrılacak ve her şeyin yegâne sahibi olan Allah (cc)’a kalacaktır. Öyleyse gerçek sahibi bile olmadığı şeyi insan niçin başkalarından esirger ki? Bunun sebebi mal sevgisi, uzun emel ve çocuğu için duyduğu gelecek kaygısıdır. Bunlar, insanı cimriliğe sevk eden etkenlerdendir.

 

 

Günümüzde ıstılahların yanlış anlaşılması çok konunun yanlış ve noksan anlaşılmasına sebep olmaktadır. Zengin, fakir, cimri ve cömert kelimeleri de bunlardan bir kaçıdır.

Öncelikle şu hususu ifade edelim ki; İslâm dini cömertliği bir fazilet olarak kabul edip yüceltmenin ötesinde onu bencil duyguların tatmin vasıtası olmaktan çıkararak Allah rızası ve insan sevgisinden oluşan ahlâkî bir muhtevaya kavuşturmuştur. Kur’an-ı Kerim, malını Allah rızası için değil sadece insanlara gösteriş olsun diye harcayan kimselerin bu davranışlarının ahlâkî değer taşımadığını, yardımlaşmanın ancak insanlara iyilik etme (birr) ve Allah’a saygı gösterme (takva) niyetine dayalı olması gerektiğini ısrarla vurgulamıştır. (Bkz.Bakara, 2/264; Mâide, 5/2)

Kur’an’da cömertlik öncelikle Allah’ın sıfatları arasında gösterilmiştir. Allah, sonsuz lütuf ve kerem sahibidir. (Bkz.Rahmân, 55/27; Alak, 96/3) O’nun bir adı da Kerîm’dir. (Bkz.İnfitâr, 82/6) Bundan başka Kur’an’da yer alan Rahmân, Rahîm, Vehhâb, Latîf, Tevvâb, Gaffâr, Afüv, Raûf, Hâdî gibi ilâhî isimler de Allah’ın cömertliğini değişik yönleriyle ifade eden kavramlardır. Bir hadiste, “Allah cömerttir ve cömertliği sever” (Tirmizî, “Edeb”, 41) buyrulmuştur.

İslâm’da, yapılan hayrın miktarı, cinsi, hayır sahiplerinin malî imkânları, sosyal tabakalar arasındaki yerleri vb. açılardan konuya eğilerek cömertliği çeşitli tasniflere tâbi tutulmuştur. Buna göre cömertliğin en alt derecesi, şeriatın farz kıldığı zekât ve ailenin geçimini sağlamak gibi görevlerin yerine getirilmesidir. Bunun ötesinde iyilik yapmak ise kişinin ahlâk ve faziletteki kemal derecesine bağlıdır. Bu açıdan cömertliği sehâvet, cûd ve îsâr olmak üzere başlıca üç dereceye ayırmak mümkündür.

Kişinin, imkânlarının çoğunu kendisine ayırarak azını hayır yolunda kullanmasına “sehâvet”, azını kendisine ayırarak çoğunu başkalarına ikram etmesine “cûd”, gerektiğinde kendisini tamamen mahrum bırakarak imkânını başkaları için kullanmasına da “îsâr” denir. İbn Kayyim el- Cevziyye, yapılan hayrın cinsi bakımından cömertliği on mertebeye ayırmak mümkündür. Bunlar; bedenî imkânlar, makam ve mevki, rahat ve huzur, ilim ve servet gibi maddî ve manevi imkân ve kabiliyetlerin hayır yolunda kullanılmasından oluşur.

Günümüzde yanlış/eksik anladığımız cömertlik kavramını acaba Peygamberimizin güzide ashabı nasıl anlamış, bu güzel hasletin izlerini yaşamlarında nasıl göstermişler?

Şimdi bakalım o güzide insanların cömertlik özelliklerine. Bakalım da o güzel ıstılahlarımızı anlayan bir neslin hayatlarının bir bölümünü öğrenmeye çalışalım.

O güzide nesil, kendilerine ait olan mal anlayışında bizlerden çok farklı düşünüyorlardı. Mal hususunda inançları şuydu: Mal, ölmeden evvel ahirete gönderdiğin şeydir. Ve bu mal cidden senindir. Allah yolunda harcamadığın mala gelince, o senin değil, senden sonrakilerin (varislerin)’dir. Malını ölmeden önce ahirete göndermeyenler geriye bıraktığı malın hesabını da vereceklerdir. Yani öldükten sonra varislerin eline geçecek olan malların hesabı.

O güzide nesil, veriyordu. Fakire, yoksula, kimsesizlere, Allah için veriyordu. Onlardan biri, bir gün Allah yolunda harcanması için tam 700 okka altın vermişti. Bir okkanın miktarını öğrenirsek, 700 okka altının kaç kilogram olduğunu anlarız.

O güzide nesil’den biri vardı, malını Allah yolunda harcadığı için zengin olmuştu. Harcadıkça da zenginliği artıyordu. İşte harcamalarından küçük bir hesap:

Yükleriyle birlikte 700 deve, yani üzerinde en kıymetli ticaret eşyası olan 700 tane deve,

4000 dirhem,

40.000 dinar

500 at ve 500 deve

Günümüzün para değerine çevirip düşünelim.

Günümüz insanının vicdanlarına havale ediyoruz:

O güzide nesil, yeni nazil olan bir ayet duymuşlardı. Duydukları ayet şöyle diyordu:

“Sevdiğiniz malları Allah yolunda harcamadıkça, fazilet ve üstün sevaba erişemezsiniz” (Al-i İmran, 3/92)

Bu ayet kim tarafından duyulmuşsa, o kişi bu ayetin gereğini yerine getirmek için adeta arkadaşları ile yarışırcasına harekete geçiyordu. Mescitte olanlar evlerine dağılmış, evlerinde bulunanlar ise, ellerinde bulunup da en çok sevdikleri şeyleri kucaklamış Peygamberimize getiriyorlardı. Onlardan sadece birkaç tanesini hatırlayacak olursak;

Onlardan biri vardı. Medine de ve Mescid-i Nebevi’nin yanında çok kıymetli bir hurma bahçesi vardı. Bahçeyi olduğu gibi Müslüman kardeşlerine verdi. Ve vermenin sevinci ile evine döndü. Sanki kuş gibi sevinçten uçuyordu.

Onlardan bir başkası vardı. Dillere destan olan bir atı vardı. Baktılar ki atını yedeğine almış getirmişti. Mevcut olan malların kendisine göre en sevimlisi o at idi. Verdi ve gitti.

Yine onlardan biri vardı. İhtiyardı. Bastonuna dayana dayana mescide gelmişti. Bu mübarek İslam hanımının elinde sadece bir başörtüsü vardı. Onu getirmişti. “Gençlik döneminde kendi ellerimle işlemiştim. Sandığımın bir köşesinde duruyordu. Onu getirdim” dercesine getirdi, verdi ve gitti.

O güzide nesilden biri olan annemiz şöyle bir hadise anlatıyor:

“Yüce Rasülümüz hastalanmıştı ve hastalığı ciddi idi. Belki de bu hastalığı O’nu Rabbine kavuşturacaktı. Başucundan ayrılmıyordum. Bir ara kendine geldi ve 7 dinar vererek: Bunu Ali’ye gönder fakire dağıtsın, dedi. Ben hastalığın telaşından unutmuş ve dinarları gönderememiştim. İki üç sefer aynı şeyleri söyledi. Daha sonra bir başkasıyla gönderdi.

Akşam yaklaşmış, ortalık kararmaya başlamıştı. Çınarın (Bir nevi gaz lambası) yakıtı bitmek üzereydi. Birini yakın bir akrabama gönderdim ve: Bize yağ bulsun. Zira Rasülullah ağırlaştı. Bu gece vefat etme ihtimali olduğu için onu beklememiz gerekiyor, dedim.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

456. Sayı Aralık 2020