Sayı : 496   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Başyazı

Abdullah Büyük

İnsanları Allah'a ve Rasulüne Çağırmak

  • 05 Kasım 2020
  • 1173 Görüntülenme
  • 455. Sayı / 2020 Kasım



Acaba günümüz Müslümanları olarak bizler, genelde dinin emir ve yasaklarına; özelde insanları Allah ve Rasülüne çağırma ilkesine ne ölçüde uyuyoruz? Bu konuda Efendimiz, önderimiz Hz. Muhammed (sav)’in talim ve terbiyesinden geçmiş güzide insanların yaptıklarının yanında bizim yaptıklarımız ne ölçüde?

 

 

 

Günümüz Müslümanları olarak bizler, amelden çok söze önem verir hale geldik. Ayeti kerimenin tam zıttı olan bir tavra bürünüyoruz. Unutulmamalıdır ki, lafı çok olanın ameli az olur. İş yapıp az konuşanlar mümin, laf yapıp işi bırakanlar münafık sıfatında olanlardır. İnsanlara sık sık “yapınız, veriniz, okuyunuz…” diyenlerin biraz da kendilerine bu emirleri vermelerini tavsiye ediyoruz.

 

 

İslam, insanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen ayrıntılı ilkeler sunar. Müslüman birey, hayatının her anını, her adımını dinine göre ayarlamak durumundadır. Dinin düzenlemeleri, Müslüman’ın sadece istediği zaman hayatına dâhil edeceği alışkanlıklar değil, bir hayat tarzıdır. Müslüman hem manevi doygunluğunu hem de dünya huzurunu dininden alacaktır. Bunu sağlayacak olan ise dininin yapmasını istediğini yerine getirmek, yasakladığı şeylerden de kaçınmaktır.

Acaba günümüz Müslümanları olarak bizler, genelde dinin emir ve yasaklarına; özelde insanları Allah ve Rasülüne çağırma ilkesine ne ölçüde uyuyoruz? Bu konuda Efendimiz, önderimiz Hz. Muhammed (sav)’in talim ve terbiyesinden geçmiş güzide insanların yaptıklarının yanında bizim yaptıklarımız ne ölçüde?

Yüce Rabbimiz “Ey iman edenler! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıklarında Allah ve rasülünün çağrısına uyun…” (Enfal, 8/24) buyuruyor. Bu emre muhatap olan güzide ashab, acaba nasıl bir tavır takındılar?

O güzide ashab, Allah’a, ahiret gününe gerçekten inandıkları için teslimiyetleri tamdı. Onlarda iki yüzlülük yoktu. Sadece inandıkları ve amel ettikleri şeylere insanları davet ederlerdi. Mum gibi etrafı ışıtıp, sonra da tükenmezlerdi. İman gibi yıkılmaz bir cevhere sahiptiler. Onun için fanilere değil, baki olan Hz. Allah’a ve O’nun sevgili Rasülünün ölümsüz sözlerine davet ederlerdi.

O güzide ashab, başlarında bulunan Peygamberleri bir beşer olarak, insan olarak görürlerdi. Fakat taşlar içindeki bir yakut gibi elmas gibi görürlerdi. Onun için taşkınlıkları olmazdı. Peygamberinden neyi görmüşlerse onu alırlardı. Çünkü Peygamber (sav) insanlık için kurtuluşlarına bir sebep idi. O’na müracaat yapılmadan ahiret ve dünya saadetine kavuşmanın mümkün olmayacağının bilinci ile yaşamlarını sürdürürlerdi.

O güzide ashab, insanlara maddi ve manevi hayat veren esaslara davet ederlerdi. Onların telkininde, sohbetinde bulunan bir insan pasif olmazdı, korkak olmazdı, batılı tasvip edemezdi, fanilere sırtını dayamazdı. Çünkü onlar davetlerinde samimiydiler. Eğitim ve öğretim düzenlerini Allah’ın Rasülü kurmuş ve çobandan valisine kadar herkes bu eğitimden geçmişti.

O güzide ashab, bir insanın Müslümanca yetiştirilmesi için önce akidesinden başlar, sonra akidelerinin gerekli kıldığı amele sevk ederler ve sonra da onları dini değerleri koruma mücadelesine sevk ederlerdi. Onlar, Allah için mücahedeyi unutmuş ve terk etmiş bir kavmin helak olacağını çok biliyorlardı. Bile bile bu tehlikeye düşmek akıllarına bile gelmezdi.

O güzide ashab, tüm insanlığı bitmez ve tükenmez bir sistem olan İslam’a çağırırlar, kullara kul olma putçuluğunu temelden yıkarlardı. Davet ettikleri insanlar Müslümanların safına geçince yerini hemen tespit ederler ve bir vazifede istihdam ederlerdi. Böylece fertler başıboşluktan kurtulurlardı. Şunu biliyorlardı ki, Müslüman’ın ömür boyu fert olarak yaşaması mümkün değildi. Çünkü İslam, cemaat dinidir. Fert bu cemaatin içinde kalırsa değer taşır, ayılırsa kıymetten düşer ve şirke, küfre düşme ihtimali belirir.

O güzide ashab, tevhidi tebliğ ederlerken onun kalplerde mücerret olarak kalan, kalplerde mahkum olan bir duygu olamayacağını, uğruna mücadele verilmeyen bir inancın imanı temsil edemeyeceğini haykırıyorlardı. Davetlerinde devamlılık vardı. Bir defa girip sonra da alakalarını kesmiyorlardı. Ücretini Yüce Allah’tan alacağına inanmış bir kimsenin zaten bundan başka bir tavrı olamaz. “Kulların kalbi, Rahman olan Allah’ın kudret elinde olduğuna göre bize düşen tebliğdir” diyorlardı. Bu tebliğlerinin devamında her şeyi göze almayı ihmal etmiyorlardı. Bu uğurda enerjilerini son noktaya kadar kullanmaktan kaçınmazlardı.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

455. Sayı Kasım 2020