Sayı : 495   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Siyer'i Nebi

Muhammed Emin Yıldırım

Aklımız ve Vahiy

  • 08 Eylül 2017
  • 2604 Görüntülenme
  • 417. Sayı / 2017 Eylül



Kur’an’ın hidayet dağıtan mesajlarından önce, o günün dünyasında en modern ve en ilerici olan Mekke toplumunun cahiliye diye isimlendirilmesi, asla o insanların bilinen manada cahiller oldukları yanlışına bizleri düşürmemelidir. Unutmamalıyız ki, o günün Mekke’si coğrafi, tarihi, iktisadi ve kültürel anlamda dünyanın merkezi konumundaydı. Böyle üstün meziyetleri olmasına rağmen cahiliye diye isimlendirilmesi, hidayetten ve hidayetin en büyük kaynağı olan Kur’an’dan mahrum olmalarından kaynaklanıyordu.

 

Muhakeme yeteneği, sahibine olayları derinlemesine görmesini sağlayacaktır. Sadece bugünü değil, dün ile birlikte yarını da düşünmesini insana öğretecektir. Tasavvurunu oluşturan nice kavramı yeniden oluşturmaya çalışacak ve yine sahibine bu kavramlara müspet manada değerler yükletecektir. Hal böyle olunca; hayatı algılama noktasında çok farklı bir konuma gelecek, çocuksu tavır ve davranışların yerini gıpta edilecek bir olgunluk alacaktır.

 

Hz. Ömer’in hilafet günleri, İslam’ın izzet, şeref ve adalet günleridir. O büyük kamet, on buçuk yıl süren hilafet görevi ile sadece dostlarına değil, düşmanlarına bile birçok şey öğretmiştir. İmamet ve hilafetin ne demek olduğunu çok iyi anlayan Hz. Ömer, bir ömür İslam toplumunu büyük bir dikkat ile yönetmiş, en küçük bir sapmaya ya da bozulmaya karşı çok ciddi önlemler almıştı. İşte o günlerin birinde, altı yıl Nübüvvetin mesajına, cahiliyenin kendi üzerinde oluşturduğu taassuptan dolayı karşı olan koca Halife, Peygamber Mescidi’nde, genç neslin ellerindeki en büyük imkân olan imanın yüceliğini anlamaları için cahiliye ile İslam arasındaki farkları onlara anlatmaktadır.

Zaman zaman duygulanan, zaman zaman kızan Raşid Halife, özellikle Medine’nin gençlerine İslam’ın kıymet ve değerini öğretme adına diyor ki: “Biz, öyle karanlık bir zaman diliminde yaşadık ki kız çocuklarımızı ‘Hadi, dayına gidiyoruz!’ diye yanımıza alır; Mekke’nin dışına çıkarır, kendi ellerimizle kazdığımız çukurlara diri diri onları gömerdik. Yine ellerimizle helvadan putlar yapar, acıkınca biraz önce önünde el pençe divan durduğumuz o putları yerdik.”

Hz. Ömer’i “Ömerü’l-Faruk” olarak tanıyan ve onu hiç kimsenin aklına gelmeyen ince, derin ve uzak görüşlülüğü ile bilen ve Hz. Peygamber’den onun hakkında; “Ömer’in dilinin üzerinde meleğin dili vardır; Ömer konuşan değil, konuşturulandır.” sözlerini işiten o gençler, böyle bir insanın kız çocuklarının gömülmesine nasıl seyirci kaldığını ve nasıl helvadan yapılmış putlara tazim ederek cahiliyenin inançlarına kapı açtığını bir türlü anlayamıyorlardı. Çünkü onlar Hz. Ömer’i hep farukiyeti ile tanımışlardı. Cemaatte bulunan bir genç daha fazla dayanamayarak, ayağa kalktı ve Hz. Ömer’e dedi ki: “Ey Müminlerin Emiri! Siz cahiliyede bu işleri yaparken aklınız yok muydu? Ancak aklı olmayan biri bunları yapabilir!”

Bir anda Hz. Ömer’in yüzünde acı bir tebessüm belirdi ve üzerinde durup saatlerce düşüneceğimiz şöyle bir cevap verdi: “Ya Büneyye! İndena akıl ve lakin lem tekün indena hidayet.” yani “Ey Evladım! Aklımız vardı, ama hidayetimiz yoktu.”

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

417. Sayı Eylül 2017