Sayı : 496   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

İrfan Mektebi

Osman Nuri Topbaş

Denge ve Ahenk

  • 08 Eylül 2017
  • 2681 Görüntülenme
  • 417. Sayı / 2017 Eylül



Akl-ı selim sahibi bir insan bu kâinatta nereye yönelse, Allah’ın varlık ve azametini seyreder. Peygamber göndermek, onların diliyle, ilmiyle, ahlâkıyla beşeriyeti kemâle erdirmek gibi tecelliler hep ilâhî lütfün eseridir. Diğer taraftan insana bin bir istifadeler takdim ederek hizmet eden bütün ilimlerin neticesi de, nihayet Allah’ın varlık ve azametini gösterip beşere aczini tattırmak ve bulunduğu kulluk makamını idrake yardımcı olmaktır.

 

Elbette ki şu sonsuz kâinat, Allah’ın varlık ve azametinden bir nişanedir. İnsanoğluna yüce bir iman ışığıdır. Ancak kâinattaki gerçekleri ve sırları görebilmek için bütün âlemi gönül gözü ile yani basiretle temaşa etmelidir.

 

Edep mayasıyla yoğrulan bir iman bereketine mazhar olacak bir akıl ve gönül ahengi olmadığı takdirde insanoğlunun bu fani âlemde idraki de yanar, aklı da. Kalbi infilâk eder. Dünya âlemindeki sayısız imtihan tecellileri, iptilâlar, musibetler, çileler ve nihayet ölüm macerası karşısında çatlar.

Allah bütün varlıkları, denge ve ahenk kanunu içerisinde yaşatır. Sayısız ve girift binlerce varlığın ince ve mükemmel bir ahenk ile milyonlarca yıldır en ufak bir kusur olmaksızın kâinat sahnesinde yer alması, hep o hassas ve rakîk ilâhî ayar ve mizanın eseridir. Ağaçla toprak, yaprakla dal, çekirdekle meyve, akla kara, geceyle gündüz, yer ile gök, hep yüce bir ahengin akıllara durgunluk verecek derecede kudret akışları ve nakışları ile doludur.

İşte; İnsanoğlunu mükemmel ve kıymetli kılacak olan yegâne hikmet ve kaide de bu gerçeklerin içerisindedir. Yani kainatın özü olan insanda ilâhî irade ile tecelli eden her şey, akıl ve kalbin zahiri işleyişi, vücut mekanizmasının kusursuz hâli, ruhun o vücuttaki vazifesi gibi hususlar müthiş bir mükemmellik içinde seyreder. Ancak yüce bir imtihan gereği olarak bizim irademize bırakılan hususlarda ise, insanın bütün mahareti, ilâhî dengeden ve emirlerden alabileceği nasibe ve tefekkürünün derinliğine göre değişmektedir.

Eğer insan; bu istikamette bilhassa akıl ve gönül ahengini iman, irfan ve aşk ekseninde tesis edebilirse; aklın da kalbin de verimkârlık, güzellik ve mükemmellik bakımından erişilmez ufuklarına yükselir.

Bu ise çok zor bir meseledir. Ciddî bir ilmî ve manevi eğitim şarttır.

Çünkü akıl ve gönül, yaratılışları icabı daima farklı şeylere temayül gösterirler. Biri his ile diğeri mantık ile hareket eder. Çoğu kere de mantık hisse, his de mantığa uymaz. Çünkü akıl, maddeye ve nefse daha yakınken, gönül de manaya ve ruha daha yakındır. Bu itibarla:

Akıl hodgâmlık, gönül diğergâmlık ister.

Akıl gururun peşinde koşar, gönül mütevazı olmayı sever.

Akıl şüphe harabesi, gönül inanç ve samimiyet sarayıdır.

Akıl menfaatperesttir, gönül fedakarlık ve ruhaniyetten yanadır.

Akıl doğru yanlış tefrik etmeden menfaatine ulaşabilmek için uğraşır, gönül içine sinecek şekilde dürüst bir muvaffakıyete taliptir.

Akıl hırçın, gönül sakindir.

Akıl bir damla, gönül okyanustur.

Akıl yakıcı, gönül yeşerticidir.

Akıl direksiyon, gönül şofördür.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

417. Sayı Eylül 2017