Sayı : 495   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

İrfan Mektebi

Osman Nuri Topbaş

Tebliğin Ehemmiyeti ve Üslubu

  • 07 Ekim 2020
  • 1509 Görüntülenme
  • 454. Sayı / 2020 Ekim
Yazıyı Dinle
0:00
0:00
Yazarın Diğer Yazıları
Osman Nuri Topbaş
Tüm Yazı Arşivi



Tebliğ vazifesini hakkıyla ifa eden kimsenin kazancı, dünyanın en kıymetli hazinelerinden daha üstün iken, bu vazifenin ihmali bütün bir cemiyeti helâke sürükleyecek kadar vahim neticeler doğurur.

 

 

Peygamber Efendimiz tebliğ ettiği hususları, sadece sözleriyle değil bizzat kendi hayatında tatbik etmek suretiyle hâliyle de insanlara arz ediyordu. İslâm’ın yaşanarak tebliğ edilmesi, irşadın en güzel şeklidir. Ashabı kiram, dünyanın en ücra köşelerine kadar iman sedasını duyurmak ve insanları hidayete kavuşturmak için kendilerini İslâm’a adamışlardır. Bugün aynı vecd ve heyecanla İslâm’ın güzelliklerini dünyaya sergilemek, en güzel bir tebliğ metodudur.

 

Tebliğ, İslâm dinini ve onun esaslarını anlatarak, insanların bu emirler istikametinde yaşamalarını sağlamaya çalışmaktır. En meşhur tabiriyle tebliğ “emr-i bi’l-ma’rûf, nehy-i ani’l-münker: İyi ve güzel olanı emretmek, kötü ve çirkin olan şeyden menetmek” diye bilinmektedir.

AllAh Teâlâ, ayet-i kerimelerde tebliği bütün müminlere bir vazife olarak emretmektedir:

“Sizden hayra davet eden, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun! İşte onlar gerçekten felâha erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 3/104)

“Siz, insanlığın (iyiliği) için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız.” (Âl-i İmrân, 3/110)

Peygamber Efendimiz de hadis-i şeriflerinde tebliğin ehemmiyetine dair şöyle buyurmuşlardır:

“Bizden bir şey işitip, onu aynen başkalarına ulaştıran kimsenin Allah yüzünü ak etsin! Kendisine bilgi ulaştırılan nice kimseler vardır ki, o bilgiyi bizzat işitenden daha iyi anlar ve tatbik eder.” (Tirmizî, “İlim”)

“Allah’a yemin ederim ki, CenAb-ı Hakk’ın senin vasıtanla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, (en kıymetli dünya nimeti sayılan) kızıl develere sahip olmandan daha hayırlıdır.” (Buhârî, éAshâbu’n-Nebî”)

“Hidayete dâvet eden kimseye, kendisine tabi olanların sevabı kadar sevap verilir. Bu onların sevaplarından da bir şey eksiltmez.” (Müslim, “İlim”, 16)

Tebliğ vazifesini hakkıyla ifa eden kimsenin kazancı, dünyanın en kıymetli hazinelerinden daha üstün iken, bu vazifenin ihmali bütün bir cemiyeti helâke sürükleyecek kadar vahim neticeler doğurur.

Allah Rasûlü’nün bu husustaki ikazı, son derece dikkate şayandır:

“Bana hayat bahşeden Allah’a yemin ederim ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten nehyedersiniz ya da Allah kendi katından üzerinize bir azap gönderir de o zaman dua edersiniz, fakat duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, “Fiten”, 9)

Ashabı-ı kiram da, hakikatleri tebliğ ve gördükleri yanlışları düzeltme hususunda çok titizdiler. Onlar arasında Allah Rasûlü’nün sünnetine aykırı hareket edenleri ikaz etme vazifesi belirli şahıslarla sınırlı değildi. Her biri yeri ve zamanı geldikçe üzerine düşen vazifeyi yerine getirir, ne pahasına olursa olsun doğruyu ifadeden çekinmez, Fahr-i Kâinat Efendimiz’in sünnetine muhalif bir duruma tahammül edemezlerdi. O’nun hadislerine itiraz edenlere, asla onlarla aynı çatı altında olamayacaklarını söylerler, hadis-i şerif karşısında kendi görüşünü söyleyenlere, bundan böyle bir daha kendisiyle aynı diyarda oturamayacaklarını ifade ederek o yeri terk ederlerdi.

Tebliğ bu kadar mühim olunca bu vazifeyi lâyıkıyla ifa edecek şahsiyetlerin yetiştirilmesi de buna muvazi olarak ehemmiyet kazanmaktadır. Şu hâdise, gönül ehli bir tebliğcinin kıymetini, açık bir şekilde ifade etmektedir:

“Hazret-i Ömer (ra) bir gün dostlarıyla birlikte oturuyordu. Onlara (Allah’tan) bazı talep ve temennilerde bulunmalarını istedi. Oradakilerden bir kısmı:

 

–İçinde bulunduğumuz şu hane dolusu paralarım olsun da Allah yolunda infak edeyim!.. şeklinde niyet izhar etti.

Bir kısmı:

–İçinde bulunduğumuz şu hane dolusu altınlarım olsun da Allah için harcayayım!.. dedi.

Bazıları da:

–İçinde bulunduğumuz şu hane dolusu mücevherlere sahip olayım da onları Allah yolunda sarf edeyim!..” diye temenni etti.

Ancak Hazret-i Ömer (ra):

–Daha, daha fazlasını isteyin! deyince onlar:

–Allah Teâlâ’dan daha başka ne isteyebiliriz ki?! dediler.

Bunun üzerine Hazret-i Ömer (ra):

–Ben, içinde bulunduğumuz şu hanenin, Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Muâz bin Cebel ve Huzeyfetü’l-Yemânî gibi (müstesna ve seçkin, her yönden kâmil) kimseler ile dolu olmasını ve bunları Allah’a itaat yolunda, yani tebliğ ve ıslah hizmetlerinde istihdam etmeyi temenni ederim…” (Buhârî, “Târîhu’s-Sağîr”, I, 54) dedi.

Güzel ahlâkla kabil-i telif olmayan kaba, kırıcı ve sert bir üslup ile yapılan hizmetlerden hayır umulamaz. Bilhassa insanın ruhuna hitab eden eğitim, irşad ve tebliğ gibi hizmetlerde, bu husus çok daha ehemmiyet arz etmektedir. Nitekim ayet-i kerimede Fahr-i Kâinat Efendimiz’e ve O’nun şahsında bütün ümmete hitaben:

“(Ey Habîbim!) Allah’tan (Sana gelen) bir rahmet sebebiyle, onlara yumuşak davrandın! Şayet kaba ve katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz onlar, etrafından dağılıp giderlerdi…” (Âl-i İmrân, 3/159) buyrulmuştur. Varlık Nuru’nun ibretlerle dolu yirmi üç senelik tebliğ hayatını tetkik ettiğimizde, bir tebliğcinin yolunu aydınlatan şu hususları müşahede ederiz:

Allah Rasûlü tebliğe en yakınlarından başlamıştı. Zira Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“(Önce) yakın akrabalarını inzâr et, (ahiret azabıyla uyar!)” (Şuarâ, 26/214)

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi (öyle) bir ateşten koruyun ki onun yakıtı, insanlar ve taşlardır. Onun başında gayet katı ve şiddetli melekler vardır, onlar Allah’a isyan etmezler ve emredildikleri her şeyi yaparlar.” (Tahrîm, 66/6)

Rasûlullâh (sav) İslâm’a davette, tedriciliğe riayet etmiş, basitten zora doğru kademeli olarak ilerleyen bir yol takip etmiştir.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

454. Sayı Ekim 2020