Sayı : 496   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

Sana İtikattan Soruyorlar ?

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Kainat, Bizi İMtihan Eden Yüce Allah'ın Zat'ının İçinde midir Yoksa Dışında mıdır ?

  • 07 Haziran 2019
  • 2385 Görüntülenme
  • 438. Sayı / 2019 Haziran



İnsan, dünyaya imtihan için gönderildiğinden dolayı bütün organları bu imtihanı başarabilecek bir tarzda yaratılmıştır. Yüce Allah insanı sorumlu bir varlık olarak yaratmıştır. Çünkü sorumlu tutulma; zihin, fikir ve fiziki organların sağlamlığını beraberinde getirir. Bütün bu yeterliliklerden sonra, ancak insan özgür bir şekilde eylemde bulunabilir ve yapıp-ettiklerinden de sorumlu tutulur.

 

Aklını kullanan her insan Allah’ın bu kuşatıcılığını açıkça görür ve iman eder. Bu sebeple İmam Mâturidi ve birçok kelam âlimi Yüce Allah (c.c) Peygamber göndermese dahi kişinin Allah’ı akılla bulmak zorunda olduğu kanaatini ifade etmişlerdir. Yer ve göğün, kendi nefsinin ve başkalarının yaratılışında gördüğü hikmet ile Yaratan’ı hakkında bilmesi gerekeni bilmeyen insanın mazereti olamaz.

 

Bir kardeşimiz şöyle soruyor: “Bizler, kâinat denilen bu varlık alanında yaşıyoruz. İçinde yaşadığımız kâinat, bizi imtihan eden Yüce Allah’ın İlahi Zat’ının içinde midir yoksa dışında mıdır?”

İslam itikadına göre Yüce Allah (cc), tasviri olarak değil, tavsifi olarak bilinir. Onun güzel isim ve sıfatları üzerinden düşünen bir kimse, hayretler içinde kalır. O’na olan sevgisi ve teslimiyeti kat kat artar. Bundan dolayı, bir rivayette Hz. Peygamber (sav): “Allah’ın zatını değil, Allah’ın nimetlerini düşününüz.” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, I, 311) buyurmuşlardır. Çünkü Allah’ın zatını bizim gibi yaratılmış fanilerin kavraması mümkün değildir. Bu sebeple, gerek Allah’ın yarattığı varlık üzerinde ve gerekse kullarının yararına olmak üzere takdim ettiği sayısız nimetler ve eserler üzerinde akıl yürütmek O’nun azameti karşısında takdir duygusunu artırmaya yarar.

“Tefekkür, varlık alanında insan aklının çalışması sonucu ulaşılan bir bilgi biçimidir. Tefekkürün genel ürünü; ilim, hal ve amellerdir. Bu üç durum birbiriyle iç içedir. Kalbde ilim meydana gelince, kalbin durumu değişir. Kalbin durumu değişince, organların faaliyetleri de değişir. Yani, amel hale, hal ilme, ilim de tefekküre bağlıdır. Dolayısıyla, bütün iyilik ve güzelliklerin başı, tefekkürdür.” (Gazâlî, Ebû Hâmid Muhammed, İhyâuUlûmi’d-Dîn, (thk. EbûHafsSeyyid b. İbrahim b. Sâdıkb. ‘Imrân), Kahire, 1994, V, 8) Fiziki bir varlık olan insanın mutlak varlıkla irtibat kurmasını sağlayan tefekkür, imana konu olabilir. Bir ayette gece ve gündüzün gelip gidişinden (Bkz. Âl-i İmrân 3/190), bir başka ayette yakın semanın kandillerle süslendiğinden ve kusursuz oluşundan (Bkz.Mülk 67/3-5), daha başka ayetlerde ise, toplumsal yasalar ve evlilik olgusu üzerinde gözlemler yaparak fikir sahibi olmaktan bahsedilir. (Bkz. Ra’d 13/3, Rûm 30/21). İnsan kozmik sistemde ve bizzat kendi hayatındaki baş döndürücü harika olay ve güzellikleri tefekkür ettikten sonra bir iman tepkisi ortaya koymak için şöyle der: “Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın.” (Bkz. Âl-i İmrân3/191) Bu söylem tarzı bir hayret ifadesi olarak doğrudan insanı gayeliliğe geçiriyor. İşte tefekkürde bulunmanın asıl amacı, Allah-insan ve Allah-âlem münasebetini kurdurmaktır. Böylece insan, yaratıcı varlığın bilgisine ulaşır.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

438. Sayı Haziran 2019