Sayı : 496   **
Ribat Dergisi Aralık 2016

İrfan Mektebi

Osman Nuri Topbaş

Müminde Tefekkür Ufku

  • 07 Ocak 2022
  • 810 Görüntülenme
  • 469. Sayı / 2022 Ocak



Tefekkür nimetinin, nefsanî arzulara râm edilmesi ne hazindir. Tefekkürsüzlük, kalbin tembelliği ve ahmaklık alâmeti; duygusuzluk da kalbin kör ve sağır kesilmesidir. Bunca ilâhî tecelliler karşısında kalbin duyarsız kalması, insanlık haysiyetiyle bağdaşmaz. Kâinatı alık (akılsızca) ve abus bir çehre ile seyretme gafleti, manevi bir felâkettir.

 

Elimizi şakağımıza dayayıp, niçin yaratıldığımızı, nereden gelip nereye gitmekte olduğumuzu, hayat çizgimizin ne nispette doğru olduğunu ne kadar düşünebiliyoruz? Dinimizin icaplarını ne kadar yaşayabildiğimizi, Rabbimiz’in emirlerini hayatımıza ne ölçüde yansıtabildiğimizi, Allah’ın bizlere gönderdiği ilâhî mesaj olan Kur’an’ın kültür ve ruh dünyasına ne kadar girebildiğimizi, hayatıyla canlı bir Kur’an tefsiri ve bizler için büyük bir nimet olan Efendimizin ne kadar izinden gidebildiğimizi, hâl, tavır ve davranışlarımızın O’nun üsve-i hasene olan hayatına ne ölçüde benzediğini, ne kadar düşünebiliyoruz?

 

 

İnsana bir endam aynası olan bu cihan, sayısız ibret ve hikmet tecellileriyle dolu ilâhî bir laboratuar, ilâhî bir dershane. Kâinatta Hâlık’ını, diri bir kalbe sahip insana tanıtmayan hiçbir zerre yok. Fakat ince gayeler ve nazenin hikmetlerle yoğrulmuş bu kâinat kitabını okuyabilmek, ancak kalben tekâmül etmiş kâmil müminlerin vasfı. Zira ancak tefekkürde derinleşmiş bir gönül, rakik kalbi ve derin idrakiyle onu okuyabilir. Bu aynen, bir denize kıyısından bakanların, onun sadece sathını görmesi, denize dalan mahir bir dalgıcın ise, indiği her derinlikte bambaşka manzaralar seyretmesi gibidir.

Dolayısıyla insan, asla dünyayı boş gözlerle seyretmeyecek. Gördüğü her manzara, onu tefekkürde derinleştirecek. Bu tefekkür de onu, daima kalplerin muhtaç olduğu en mühim telkin olan zikre sevk edecek. Nitekim Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“…Dikkat edin! Kalpler, ancak Allah’ın zikriyle huzur bulur!” (Ra‘d, 13/28)

Sır ve hikmet cümbüşü olan bu kâinattan tefekkür hususunda birkaç misali arz edelim:

Mesela anâsır-ı erbaa dediğimiz dört unsur, yani ateş, hava, su ve toprak, hiçbiri diğerinin sınırına taşmıyor.

Ne kadar ibretlidir ki, altımızdaki magma tabakası, müthiş bir ateş deryası; üstümüzdeki Güneş ise, muazzam bir alev topu… Lâkin Mevlâmız, kullarına bu iki ateş arasında serin ve selâmet bir hayat lütfediyor. Rabbimize ne kadar şükretsek az!

Havadaki % 77 azot, % 21 oksijen sınırı hiç değişmiyor. Peki, bir değişse hayatın devam etmesi mümkün olur muydu? Hayır! Zira havadaki % 21 nispetinde olan oksijen, biraz fazla olsaydı, Dünya’daki her şey ilk kıvılcım ile tutuşurdu.

Su H2O; yani iki hidrojen, bir oksijenden oluşuyor. Biri yanıcı, diğeri yakıcı. Eğer oksijen ve hidrojen serbest kalsa, her şey birbirine girer, hayat mümkün olmaz. Ancak ne büyük bir sanat ve kudrettir ki, Cenab-ı Hak, yanıcı ile yakıcıyı birleştiriyor ve onu, yani suyu, bütün mahlûkat için bir hayat kaynağı hâline getiriyor.

Su, kirlendiğinde semâya çıkıp en güzel şekilde temizleniyor ve rahmet olarak yeryüzüne tekrar iniyor. Bir balık suyun içindeki oksijenle yaşarken, sudan çıkınca ölüyor.

Toprak, verimini daima devam ettiriyor. Ya ettirmese?

Yani hepsi kendi hududu içinde. Hepsi ilâhî bir tanzimle devam ediyor.

Bunlardan biri diğerine üstün gelse, kâinattaki ilâhî düzen bozulur.

Gözümüzü semâya kaldıralım. Güneş ve Ay’ı tefekkür edelim. Rabbimiz;

“Güneş ve Ay bir hesaba göre (hareket etmekte)dir.” (Rahmân, 55/5) buyuruyor.

Mesela Güneş’le dünyamız arasındaki mesafe biraz daha fazla olsaydı, her yer kutuplara dönerdi. Ya da mevcut olandan biraz daha yakın olsaydı, bu sefer de her şey yanar kavrulurdu. Engin rahmet sahibi olan Rabbimiz, onları bizim için gökyüzünde iki ilâhî takvim eylediğini bildiriyor:

“Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner). İşte bu, Azîz ve Alîm olan Allah’ın takdiridir. Ay için de birtakım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihâyet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner. Ne Güneş Ay’a yetişebilir ne de gece gündüzü geçebilir! Her biri (belli) bir yörüngede yüzerler.” (Yâsîn, 36/38-40)

Yeryüzündeki bitkiler ve ağaçlar, ayrı bir mükemmellikte. Hepsi de kara toprağın bağrından rengârenk çıkan ilâhî sanat sergileri… Başıboş mu yaratılmış? Asla! Onların da pek çok vazifesi var. Bu vazifelerin biri, gündüz karbondioksiti alarak oksijene çevirmeleri, geceleyin de tam tersi bir durum… Sanki bu cihanın akciğeri. Ve bu vazifelerini hiç aksatmadan ifa ediyorlar.

Mevsimlere baktığımız zaman onlar da ayrı bir intizam içerisinde. İlkbahar sonbahara, yaz kışa karışmıyor. Her biri zamanı gelince meydana geliyor. Her mevsim kendi çiçeğini açıyor, kendi sebze ve meyvesini veriyor.

Yine Dünya’nın ekseninde 23,5 derecelik bir eğim olmasaydı, mevsimler meydana gelmezdi. Bu durumda yaz olan yer ebedî yaz, kış olan yer ebedî kış olurdu.

Dünya’nın kendi etrafında dönme hızı biraz yavaş olsa, gece-gündüz arasındaki ısı farkları çok yüksek olurdu. Daha hızlı olsaydı, atmosfer rüzgârları çok çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkânsız kılardı.

Yer kabuğu, yani toprak tabakası, şimdikinden biraz daha kalın olsaydı, canlıların hayatı için elzem olan oksijen bulunmayacaktı. Kalın toprak tabakası, mevcut oksijeni emecek ve hayat imkânsız hâle gelecekti.

Keza, denizler, bugünkü hâllerinden bir miktar daha derin olsaydı, bu fazla sular karbondioksit ve oksijeni çekeceğinden, yeryüzünde hayat olmayacak, bitki bile yetişmeyecekti.

Dünya’nın etrafındaki hava tabakası, biraz daha ince olsaydı, meteorlar her gün Dünya’mızın kabuğunu delip geçecekti.

Hâsılı kâinattaki her harekete çok ince ve tam yerinde bir ölçü konulmuştur. Bu ölçülerde en ufak bir artma veya eksilme olsa, şu gördüğümüz nizam ve ahenk hemen bozuluverir.

Cenab-ı Hak, bu nizamı insanın hizmetine vermiştir. Ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lûtfu olmak üzere) size amade kılmıştır. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (Câsiye, 45/13. Ayrıca bkz. Lokmân, 31/20)

“…Rahmân olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (hiçbir nizamsızlık ve bozukluk tespit edemeden) âciz ve bitkin hâlde sana dönecektir.” (Mülk, 67/3–4)

“Göğü Allah yükseltti ve mîzânı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (Rahmân, 55/7-8)

İnsana baktığımız zaman da bu ilâhî tanzim göze çarpıyor. Mesela tek ayakla olsa yürüyemez veya biri diğerine göre daha uzun olsa rahat hareket edemezdi. Tek kolu olsaydı işlerini düzgün yapamazdı. Göz, kulak, dil, hepsi ayrı bir tanzim. Biri olmasa, vücudun ahengi ve dengesi bozuluyor.

Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız

469. Sayı Ocak 2022